The Water Diviner
Türkçe’ye “Son Umut” olarak çevrildi bu filmin adı. Aslında adam baya su kuyusu kazan bir adam ama, film çevirilerinde nasıl bir mantık izleniyor bilmiyorum. Vizyona girmeden çok konuşuldu. Başrollerde Russell Crowe, Yilmaz Erdogan ve Cem Yilmaz var. Aslında bizimkiler çok da başrol değil ama bu konuda duygusal davrandım diyebilirim. Hikayeye gelecek olursak, taaaa Çanakkale savaşına gidiyoruz. Çocuklarını bu savaşa gönderen bir Avustralyalı babanın çocuklarını bulma mücadelesi. Tabi bi yandan ne işin var bu kadar uzakta diyoruz ama tarih bilgim bu durumu eleştirecek kadar fazla olmadığı için sessizliğimi koruyorum.
Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan dönemin Osmanlı ordusu personelleri. Savaş bittikten sonra o bölgede kurulan ekipteki temsilcilerimiz diyebiliriz. Ekibin önemli bir görevi de savaşta ölen kişilerin kimliğini tespit etmek, cesedi bulunamayanların da cesetlerine ulaşmak. E o bölgeyi bizimkilerden iyi bilen olmadığı için bu ikili diğerlerine rehberlik ediyor.
Çok da vakit geçmeden acılı baba bizim elemanlarla tanışıyor ve çocuklarının cesetlerini bulmak için uğraşıyor.
Dönem dönem babanın dramı, dönem dönem ortaya çıkan huzursuzluklar, isyanlar… Bu kadar keşmekeşin için aşk dahil edilmezse olmaz tabi. Bir de aşk hikayesi izliyoruz, en azından bu aşkın doğuşunu.
Toparlamak gerekirse, sağda solda çok fazla kötü eleştiri okumadım. Bu yüzden filmde anlatılanların doğru olduğunu düşünüyorum. Hikaye tarihi olsa da bana biraz yavan geldi açıkçası. Ya da Russell Crowe’un Ali Rıza Baba gibi sürekli acı çektiği filmlerde oynamasının etkisi de olabilir bilmiyorum.
Son olarak Yılmaz Erdoğan’ın kusursuz ingilizcesine dikkat çekmek istiyorum. Am is are lar, should have done lar baya gramer dersi verdi diyebilirim.
Not: Filmi izlediğim kadrodan dolayı çok da beğenmemiş olabilirim. Başkasıyla izlesem belki de hayatımın en güzel filmi olurdu.
[…] yurdun malı dedik ve bu filmi açtık. Yazan, yöneten ve oynayan Yılmaz Erdoğan. Daha önce The Water Divine filminde yüzü gülmeyen bir karekterde izlemiştim kendisini. Bu da ikinci oldu. Çok da iyi […]