Bir Delinin Hatıra Defteri
Gün geçmiyordu ki yine en önden tiyatroda bir oyun izlemiş olayım. Ama bu sefer ki öyle sıradan bir oyun değil. Bazı sorunların cevabı çok nettir. En iyi futbolcu dersiniz Messi ya da Ronaldo derler, en güzel araba dersiniz Mercedes ya da BMW derler ya da ne bileyim en güzel film dersiniz herkes Esaretin Bedeli diye söyler. Tiyatro konusunda da bir oyun “en” olarak nitelendirilecek ise sanırım o yun Bir Delinin Hatıra Defteri’dir. Tiyatro konusunda ahkam kesecek kadar bilgim yok ama ahkam kesenlerin de dilindeki en iyi oyunlardan biri olarak bu oyun geçiyor. İlk cümlemde yazmış olduğum “en önde” ifadesini açıklamak gerekirse..
Bilet bulmak zaten imkansıza yakın. Hatta bu oyun önceden Devlet Tiyatrolar’ında oynuyormuş. Bilet fiyatları çok uygun olunca insanlar sabah namazında bilet kuyruğuna giriyormuş. Şu an özel tiyatrolarda fiyat katlanmış olsa da oyuna olan ilgi hala aynı. Kötü olan durum ise satışa çıkan bilet sayısının salondaki yer sayısından çok daha az olması. Oyuncunun tanıdığı, tanıdığının tanıdığı, sahne görevlisi vs derken bilet satışa çıkmadan insanlar parselliyor. Biz de bir şekilde parsellenen biletlerden bulduk. Bunu sağlayan arkadaşa da teşekkürü bir borç biliyorum. Saat 20:30 da başlayacak oyun için 19:00’da yerimizi aldık. Tabi bizden önce 50 kadar kişi de yerini almıştı. Oturma düzeni olmadığı için uzun bir kuyruk oluşturmaya başladık.
Oyunun tamamı bir vinçin tepesinde geçiyormuş. Bunu o gün öğrendim. Sırada bizden önce olan 50 kişi bunu önceden biliyorlarmış sanırım. İçeri girişlerin başlaması ile ne de olsa ilk 2-3 sıradan yer bulamayız direkt 4. sıradan yer bulmaya çalışalım dedik. Ama içeri girince garip bir şekilde ilk sıranın bomboş olduğunu gördük. Oyunun tamamı vinç tepesinde olduğu için yukarı bakma durumu oluyor ve çoğu sahnede bu durum insanların boynunu ağrıtıyor. O 50 kişi bunu bildiği için sanırım ilk sırayı boş bırakıp 2. sıradan itibaren oturmaya başlamış. Biz de ilk önce en önün davetliler için mi olduğunu sorduk bu yüzden. Görevlinin “yooo oturabilirsiniz” cevabı üzerine en öne oturduk. İyi ki o 50 kişi biliyormuş oyunun nasıl olduğu iyi ki birileri onlara bunu söylemiş ya da kendileri öğrenmiş. Bu salonda (İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi) yukarı bakma durumu diğerlerine göre çok olmadı. Vinç ile sahne arasında biraz mesafe olduğu için çok da boynumuz ağrımadan oyunu izledik. Zaten adam bir oraya hopluyor bir buraya. Bir yukarı çıkartıyor vinci bir aşağıya indiriyor. İşin en güzel tarafı da bütün bunları 1 metrelik mesafeden izleyebilmiş olmak. Bütün mimikler hareketler tam karşımızda oldu.
Bir oraya bir buraya bakalım derken oyunun sonu geldi. Daha önce gittiğim oyunlarda bir klişe olan ayağa kalkıp alkışlama olayını ilk defa içten yaptım.
Bu kadar yazıp oyun hakkında tek kelime etmedim. Artık nasıl beğendiysem öve öve bitiremedim. Eser Gogol’a ait. Bir insanın nasıl delirebileceğini öyle güzel anlatmış ki adam da öyle güzel oynamış. Yani birisi delirse ancak bu şekilde delirebilir diyorum. Ne eksik ne fazla deliren bir insan izledik. Hiç bir hareket yapmacık değildi. hiç bir hareket abartı değildi. Herşey olması gerektiği gibiydi.
Valla daha da yazasım var ama neyse burada bırakayım. Öncelikle eseri yazan Gogol’a, sonra efsane oyunculuğu için Erdam Beşikçioğluna ve son olarak o ön sırayı boş bırakan 50 kişiye teşekkürü borç biliyorum.
Biletixe gidip silah mı çekersiniz, oyun ekibinden birileri ile mi tanışırsınız bilmiyorum ama bir şekilde bilet bulup kesinlikle izleyin..