The Artist
124 dalda oskar adayı 2011 yapımı bir film. Öyle uzun uzadıya anlatılacak, inanılmaz bir kurgusu olan, izledikten sonra günlerce anlatacağınız bir film değil. Peki nedir bu filmi bu kadar popüler yapan?
Bildiğimden değil, ben de sağda solda okudum; film 1927 Hollywood dönemini anlatıyor. O zamanlar sesli kayıt olayına girememişler henüz, sadece sessiz filmler çekiliyor. O filmlerde boy gösteren dönemin Kenan’ı ya da Kıvanç’ı diyeceğimiz bi eleman var. Eleman çok popüler, gazeteler hep onu yazıyor. Yanında bi hatun gördüklerinde flaşlar patlıyor hemen.
Derken abimiz için Fetret dönemi başlıyor. Bunun en büyük sebebi ise; sesli film çekimlerine başlanılması ve jönümüzün sesli film çekmeyi reddetmesi. Eleman o kadar çok güveniyorki sessiz filme ve kendisine, sesli filmin bi heves olduğuna insanların en sonunda yine sessiz filme ilgi duyacağına inanıyor. Sesli film çekenlere inat kendisi bir film patlatıyor en sessizinden ama film hayal kırıklığı olmaktan ileri gitmiyor.
Günler geçtikçe eleman elde avuçta ne var çıkartıyor. Şener Şen gibi çizmeleri satmıyor ama takım elbiseyi elden çıkarmak zorunda kalıyor. Filmin sonuna doğru da eleman sesli film teknolojii kabul ediyor ve bu furyaya o da katılıyor.
Film muhtemelen en iyi film dahil baya oskar alacak. Çünkü 2011 yılında bu filmi çekmek herkesin aklına gelmiyor. Çeken de 7 ceddine yetecek kadar zengin oluyor. Filme karşı gibi görünsem de,filmi izlerken eğlenmedim dersen yalan olur. Filmi çok rahat izledim, çünkü konuşma olmadığı için altyazı olayına girme durumum olmadı hiç. Vücut dilinin ne denli etkili olduğu bir kez daha gördük. Bir dil bir insansa iyi bir vücut nelere bedel siz anlayın artık.