Tag Archives: 2011
İncir Reçeli
2011 yapımı, başrollerini Sezai Paracıkoğlu ve Melike Güner’in oynadığı aşk filmi. 2011 yılında nasıl bi konu buluyorlar da aşk filmi çekebiliyorlar diye merak ettim, izleyim dedim (Açıkcası yoldaydım ve otobüste başka film yoktu). Metin diye bir arkadaş var. Artık her filmde olduğu gibi bu filmdeki salaş arkadaş bu. Senaryo yazaıyor ara ara. Buna bağlı olarak saçlar dağınık tabi, dünya umrunda değil vs. Bi şekilde Duygu diye bi kızla tanışıyor ve aşık oluyor. İşte kız da aynı kafadan, telefonunu vermiyor, özgürlüğümüzü kısıtlamayalım falan. Derken kızın hasta olduğunu öğreniyoruz. Birden uzaklaşıyor Metin’den. Sonra kızın AIDS olduğunu öğreniyoruz. Tabi buralarda hep böyle duygusal müzikler, acıklı konuşmalar ama çok etkilendim diyemem.
Bi gün bizim Metin kızı takip ediyor ve adresine ulaşıyor. Kız evde yokken kapıyı kırıp bi giriyor, yaşlı bi amca yatak döşek. Ağızda maske, kolda serum. Tabi jönümüzün aklına hemen ne geliyor Duygu’ ya hastalığın nasıl bulaştığı. Kızın günahını alıyor, arada triplere giriyor evden çıkmıyor falan. Gerçek ortaya çıktığında da iş işten geçmiş oluyor.
Meğer kızın hastalanma sebebi sizin de aklınıza ilk gelen şey değilmiş, meğer orada yatan eski sevgilisi değil babasıymış. Meğer kıza hastalığı bi titan gibi babadan anneye, anneden de kıza şeklinde bulaşmış. Ama bizim Metin bunu öğrendiğinde öyle bi şaşırıyor ki sanki AIDS in bi milyon tane bulaşma şekli var. Ya… töbe töbe anladınız işte, ya da anneden. Bu kadar basit bir olaydan film yapmayı başarmışlar, bunu takdir ettim.
Eminim filmin hastası olanlar 3 5 defa izleyenler vardır. Ama ne yalan söyliyim yol bitsin diye katlandım resmen.
İskender
Elif Şafak’ın son kitabı. Daha önce çıkardığı kitapların başarısından mıdır bilmem, çok büyük bir hevesle başladım okumaya. İşler iyice dallandı budaklandı. İçimden geçirdim ki “yine on numara bağlamıştır”. Malesef olmadı. Hani filmlerde olur ya en heyecanlı yerinde elemanın teki uyanır ve her şeyin rüya olduğunu söylerler. İşte bu kitap da onun gibi. Oku oku, en son desinler ki aslında felancayla filanca karışmış.
Bir ailenin soy ağacı ile başlıyor kitap. Kitaptaki bölümler soy ağacındaki kişilerden alıyor ismini. Bir Pembe isimli bölümü okuyorsunuz, bir Yunus. Ordan İskender’e atlıyorsunuz vs. Tesadüflerin olduğu, dramatik bir hali alıyor kitap ilerledikçe. Elif Şafak’ın ilk kitabı olsa iyiy bir başlangıç diyebilirdim ama piyasadaki son kitabı oluğu için tam bir hayal kırıklığı demek zorundayım.
The Rite
Korku filmi kategorisine girip de bu kadar korkutmayanını hiç izlememiştim. Eşşek kadar oldun hala ne korkması diyecek olursanız, öyle demeyin insan gafil avlanabilir, anlık bir dalgınlığa denk gelebilir. O kadar bekledim gafil avlanmak için, arada daldım böyle ani bişey olur da korkarım diye ama yok, nafile.
Bi baktık Anthony Hopkins oynuyor, kuzular dedik sessizliği dedik elbet hoplatır bi ara yüreğimizi dedik ama yok, o da bitmiş. Arkadaş bizim bi ara cinlerle periler diye bi dizi vardı o bile daha korkunçtu. Neymiş şeytan çıkarmacılık die bi sektör var bi eleman da o işi öğrensin diye Anthony’nin yanına gönderiliyor. Öle arada birileri gelip gidiyor, gözler beyeza dönüyor vs. Sakin sakin dururken boğaza yapışmalar falan..
Ben yakıştıramadım bizim yaşlı kurda. Saygımız sonsuz ama böyle filmler çekecekse hiç oynamasın. Biz onu yine korkunç hannibal olarak hatırlayalım.
Çalgı Çengi
Fragmanı ile ortalığı kasıp kavurmuştu. Madem o kadar komik izleyelim dedik biz de. Başrollerini daha önce ne gördüğüm ne de duyduğum Murat Cemcir ile Ahmet Kural oynuyor. 2011 yılının ilk aylarında vizyona girmesine rağmen torente düşmesi Haziran’ ı buldu.
Filmin hikayesi diye birşey anlatamayacağım. Öyle sizi alıp götüren ya da gülmekten kırıp geçiren bir yapısı yok. Ama elemanların tipler, konuşma şekli özlü sözler ara ara koparmaya yetiyor. Hepi topu 87 dakika film. Bu kadar kısa sürede daha iyisini beklemek ayıp olurdu zaten. Filmde masraf yok, görsel tema yok, pahalı oyuncu yok. Bence filmi sempatik yapan öğelerden biri de bu. Bir diğeri de yöresel özellikler. Elemanlar gerçekten Ankaralı’ mı bilmiyorum ama gayet başarılılardı. Yöresel filmde başarı istiyorsan bunu sağlamak zorundasın zaten. Mesela karadeniz filmlerinde sırf popüler olsun diye bilindik oyuncuları oynatıyorlar ondan sonra yok celdim, yok cittum. Domatesin bile doğalını, katkısız olanını almaya özen gösteriyoruz film konusunda da bu ornijallik önemli bence.
Neyse konuyu daha fazla dağıtmadan sonlandıralım. Toplanın 3 5 kişi açın filminizi hem muhabbet edin hem izleyin. Zaten bittiğini anlamazsınız bile.
Unknown
Aslında bu filmin değerlendirmesini yapmak için sayın “halk” a çok büyük ricalarda bulundum ama yoğunluğundan dolayı bu görevi bana devretti üstat. Film 2011 yapımı ve adam gibi görüntü kalitesi ile internete bu hafta düştü. Hemen izledik tabi. Başrolde tanıdık bir isim; Liam Neeson. Onun olduğu yerde suçun ve aksiyonun olmama ihtimali yok tabi. Film baştan sona kadar tam bir kurgu. Arada böyle yönetmenin bi eksiğini bulduğunuzu düşünüyorsunuz, “ya öle iş mi olur ne kadar saçma diyorsunuz” ama aradan 5 dakika geçmiyor ki az önce saçma dediğiniz olay on numara bir planın parçası olsun. Filmde bunu çok yaşadık. Neyin gerçek neyin üçkağıt olduğunun peşine çok düştük ama hep avcumuzu yaladık.
Film Liam Neeson’ nın Almanya’ya gelmesiyle başlıyor. Filmin neresininden bahsedeyim bilemedim. Çünkü birbirinden ayrılıp anlatılacak bir kısmı yok. Liam Neeson bir trafik kazası geçiriyor, bazı şeyleri unutuyor. Ya bundan çok izledik demeyin sakın. Öyle daha önce izlediğimiz basit bir hafıza kaybı hikayesi değil.
Ayrıca filmin çoğu bölümünde Türkçe diyaloglar duyacaksınız. Konu Almanya da geçtiği için sağolsunlar bizi unutmamışlar. Bi yerde “zaten çok uzun sürmüyor” diyerek ufak bi aşağılamada bulunuyorlar ama Almanya’daki Türkler öyle diyerek kapattık biz konuyu.
İlk kısımda dediğim gibi filmde birşeyleri birleştirmeyi ya da hata aramayı sakın denemeyin. Herşey kendiliğinden birleşiyor. Bizim gibi o nerden çıktı, bu nereye girdi hesabı yaparsanız kafanız bulanır.
Çıtayı çok yükseltti bu film, bir daha bu kadar güzeli denk gelir mi bilmiyorum ama bunun gibisine rastlamak ümidiyle izlemeye devam.
No Strings Attached
Başrollerini Natalie Portman ve Ashton Kutcher ikilisinin oynadığı 2011 yapımı komedi-drama filmi. Aslında inanılmaz bir film değil ama açıkcası izlerken eğlendirdi keretalar. Bu iki arkadaş duygusallığa karşı tamamen fiziksel bir ilişki yaşamaya karar veriyorlar. Ama Hollywood kurallarına aykırı ve daha önce hiç bir filmde olmamış bir şekilde birbirlerine aşık oluyorlar. Biz de izlerken çok şaşırdık, geri sarıp tekrar tekrar izledik ama malesef yanlış anlamamışız, hakikaten aşık oluyorlar.
Bu kadar basit bir hikayeye rağmen sıkmadan filmin sonunu getirebiliyorunuz. Geliyor yani o kendisi, sizin birşey yapmanıza gerek yok. Böyle canımız sıkıldı ne yapsak, ne izlesek de eğlensek, yüzümüzde hafif bir tebessüm kalsa diyorsanız izlemenizi tavsiye ederim.