The Grey
Liam Neeson nun Unknown filminden sonra heyecanla beklediğim 2011 yapımı macere filmi. Kendisine olan saygımızdan dolayı filmi büyük beklentiler içinde izledik. İlk başlarda bu beklentileri fazlasıyla karşıladı. Hatta hep beraber filmin sonunu kurgulamaya bile başlamıştık. Yok bu ölür, şu kurtulur, onu kurtlar yer vs. Biz bu kadar istekliyken, aynı heyecanı film ekibinden görememek bizi üzdü ve alakasız bir sonla gözyaşlarımızın akmasına sebep oldu.
Filmin konusuna gelince, Alaska da yaşayan bir grup işçi uçakla bir yere gidiyorlar. Bu esnada fırtına oluyor ve uçak çakılıyor. Ölenlere rahmet dileyip kalanlar hayatta kalmak için yoğun kış şartlarında mücadele ediyorlar. En büyük problem ise kışın sertliği değil, gri kurtların yaşam alanlarına düşmüş olmaları. Film ilerledikçe kurtlar ve ekip arasında kapışmalar, düellolar oluyor.Amaç ise kurtlardan olabildiğince hızlı uzaklaşıp hayatta kalabilmek.
Filmde şöyle ağız tadıyla ne bir kurdun öldüğünü görebildik ne de kurtların bir insanı yemesini. 2011 teknolojisinde bu sahnelerin çok rahat çekilebileceği kanaatindeyim ama, yönetmen sadece hırlama ve uluma seslerini kullanmayla yetinmiş. Bunun yanında deli gibi fırtına varken, göz gözü görmüyorken, kurtların birisine saldırması ve fırtınanın bir anda kesilip Liam Neeson un saldırılan kişiye Eşkıya konuşması yapmaı da gözümüzden kaçmadı.
Filmde eleştirilebilecek yerler henüz bitmedi ama daha fazla yazıp bu güzel film akşamında filmin büyük misafirimiz “halk” ın önüne geçmesini istemiyorum. Esas maceraları kendisi atlattı, yolda kaldı, badireler atlattı. Çalınan kornalara kulak vermeyip yeni bir araba edinip yine de yanımıza geldi ve bize ne kadar değer verdiğini gösterdi. Bu tarz kaçamaklarını her zaman beklediğimizi belirterek şuan yolda olan kardeşime iyi yolculuklar diliyorum.
Be safe…